17 Ekim 2012 Çarşamba

Taraftar Neden İstifa İstiyor?

15 Ekim 2012 tarihi, Sol Gazetesi'nde yayınlanan yazım.

"Adana Derbisi ve farklı galibiyetin sevinciyle ara vermiş görünse de Adana Demirspor taraftarının yönetime isyanı sürüyor. Demirspor taraftarı Haziran’dan bu yana yüksek sesle yönetim istifa sloganını dile getiriyor. Sezon başlamadan önce bu isyan sokaklara da taştı ve 11 Temmuz’da Adana’da yaklaşık 4000 kişinin katıldığı bir yürüyüş gerçekleşti. Ardından sezonun içerideki ilk maçında küçük bir kesim dışında tüm stat yönetim istifa sesleri ile inledi; sahadaki takıma tezahüratla destek verilmedi. Geçen 6 haftada deplasman maçlarına gitmeyen taraftar, takıma desteğini göstermeye başlasa da yönetim istifa sloganından geri durmuyor ve sosyal medayayı da bunun için etkin kullanıyor.


Meselenin temelinde, uzun süredir Demirspor yönetimini tekeline alan isimlere karşı bir öfke yatıyor. Çünkü belirli bir ekip, aralarından farklı isimleri başkan yapıp, yönetim listesinde ufak tefek değişikliklerle Demirspor’u yönetmeye devam ediyor. Bu ekibin başını şu anda Mehmet Gökoğlu çekiyor; halen başkan olan Önder Serin de Gökoğlu ekibinde yöneticiydi. Gökoğlu birkaç sene önce de başkanlık yapmıştı; sonra Mustafa Tuncel’in gözaltına alındığı geçen sezon başında oluşan geçici yönetimde futbol şubesi sorumluluğundaydı. Bu görevinin ardından Nisan ayında ikinci kez başkan olmuştu. Haziran 2012’deki kongreden önce “aday varsa çekilirim” dedi, sonra Şimşekler Grubu’nun desteklediği Selahattin Aydoğdu’nun da adaylığını açıklamasına rağmen çekilmedi ve takımı şampiyon yapan başkan olarak kongreye girdi ancak usülsüz üyeliklerin damgasını vurduğu olaylı kongre sonrası her iki isim de çekildi; Gökoğlu ekibinden Önder Serin başkanlık koltuğuna oturdu. Ancak bu al gülüm ver gülüm durumunda ne kurumsallaşma, ne gelir-gider dengesinin tutturulması, ne de her sene Türkiye birinciliklerine oynayan altyapıdan oyuncu kazandırılması adına herhangi bir olumlu girişim yaşandı. Sürekli vaatler, ortalıkta uçuşan bütçe ve borç tutarları arasında takım tam bir kaos ortamında 2012-2013 sezonuna girdi.

Olayları biraz daha geriye sararsak esasen Adana, Aytaç Durak sonrası dönemde bir krizde. Adana Demirspor da bu krizden etkileniyor. Şehri tek adam sultasında farklı sağ partilerin tabelası altında yaklaşık 15 yıl yöneten Aytaç Durak, Demirspor yönetimlerini de belirliyordu. Belediyeden bağımsız bir yönetimle kendi ayakları üzerinde duran bir yapıya kavuşamayan Demirspor düzenli bir başarısızlık girdabındaydı. Küçük olsun benim olsun mantığıyla yönetilen kulübün ileriye dönük umut vaat eden hiçbir göstergesi yoktu. İki dönemlik Bekir Çınar yönetimi bir istisnaydı; o dönemde tribünle sıkı ilişkiler kuruldu, yönetim tribünün sesini dinledi, hatta Livorno ile maç organize edildi. Ancak aynı maddi kıskaçlar Çınar’ı da vurdu ve kişisel borçlarıyla birleşen sıkıntılar Bekir Çınar’ın hayatına mal oldu. Ardından A. Durak’ın eski dostu yeni düşmanı M. Tuncel’in de göz altına alınmasının ardından M. Gökoğlu yeni hegemoınk güç olarak camianın üstünde belirdi ve bir yere kıpırdamıyor. Tribünün örgütlü gücü Şimşekler Grubu ise yıllardır başarı uğruna görmezden geldikleri, sineye çektikleri kimi yanlışlara karşı şimdi sesini daha yüksek çıkartıyor ve onurlu bir Demirspor yönetimi istiyor. Taraftar artık kongre sürecinde doğrudan tavır alıyor ve gidişatı etkilemek için baskı yapıyor. Bu daha önceden alışık olmadığımız bir durum. Mesele sadece Önder Serin’in gitmesi değil, Demirspor’a musallat olan yönetim mantığının alaşağı edilmesi. Aytaç Durak sonrası dönemin krizinden çıkabilmek için yeni bir yönetim mantığına ihtiyaç var. Bu mantığın, sistemin dayattığı şirketleşme dışında başka bir eksen olması gerekiyor."



22 Aralık 2010 Çarşamba

Adana Demirspor 70 yaşında

Eurosport websitesinde yayınlandı:

(http://tr.eurosport.com/futbol/demirspor-70-yasinda_sto2613666/story.shtml)

--

Memleketin futbol kültüründe her dönem ayrıksı bir yere sahip Adana Demirspor, 2010 yılını bitirirken 70 yaşını geride bırakıyor. 1940 yılında Demirsporlar seferberliği sürecinde, Demiryolcu işçiler ve çalışanlar tarafından kurulmuş olan mavi-lacivertli ekip, kardeşleri arasında yaşamayı başarmış ve futbolumuzda yer edinmiş bir ekip olarak önemli bir dönemeci aşıyor.

Her ne kadar uzun yıllardır alt liglerde mücadele ediyor olsa da Adana Demirspor, gerek tribünü gerekse de geleneği ile, futbolseverlerin zihninde ve gönlünde anılmaya devam ediyor. En son 2009 Eylül’ünde, (rahmetli başkan Bekir Çınar’ın yoğun çabasıyla organize edilen) Livorno ile yaptığı dostluk maçıyla ülke gündemine bir kez daha kendini hatırlatan Demirspor, aynı yılın yaz aylarında İtalya’da düzenlenen Irkçılık Karşıtı Dünya Kupası’na katılan taraftarları ile de bir ilke imza atmıştı. Son dönemlerde, tribün şovları, yaratıcı tezahüratları ve pankartları ile Demirspor taraftarı, kulübünün çok ötesine geçmiş durumda. “Tribünde bizsek, sahada sensin” diyen Demirspor taraftarı, yeşil sahaya “bize dünümüzü getirin, size yarınlarımızı verelim” diye seslense ve “soylu kavga”larını kentin ve ülkenin çok ötesine taşısa da takımına kademe atlatmayı başaramadı.

En son 1994’te futbol liglerimizin en üst basamağında kendini gösteren Demirspor, 1999’da 3.lige düşerek dip noktasına düştükten sonra, biraz kıpırdanıp kendine gelse de halen üsten üç, alltan ikinci ligte (2. Lig Kırmızı Grup) mavi-lacivert bayrağı dalgalandırıyor. Kurulduğu 1940 yılından itibaren yerel liglerde şampiyonluğu kimseye kaptırmayan Adana Demirspor, ardından 20 yıllık sürede, bir Türkiye üçüncülüğü (1951) ve Türkiye Şampiyonluğu (1953) kazandıktan sonra 1960’da milli lige kabul edilmişti. Ki bu durum da bir ilki temsil ediyor: İstanbul-Ankara ve İzmir dışından milli ligte oynayan ilk takım. Efsane kaptan (Fofo) Muharrem Gülergin, (Füze) Selami Tekkazancı, Kartal Yaşar, (Coral) Ali Hikmet Aydınoğlu, (Met) Ahmet Arıboğan gibi isimlerin damgasını vurduğu ilk dalga başarıların ardından, 1970’lerde tekrar yükselişe geçen takım, 1978’te Türkiye Kupası finali ve Başbakanlık Kupası macerası yaşamıştı. Bu dönemlerde İstanbul takımlarının korkulu deplasmanı haline gelen Demirspor maçları, her daim şenlikli, tantanalı, bol muhabbetli olmuştu. İkinci başarı dalgasında, (Paşa) Hüseyin Çelik, (Kasap) Burhan Sürer, Eser Özaltındere, Rasin Gürcan adları anılmalı… Tabii, Adana Demirspor’dan yetişen ve 1973’e kadar mavi-lacivertli formayı giyen Fatih Terim de (Demirsporlular için kırgın bir şekilde anılsa da) camianın futbola kazandırdığı isimlerdendir. 1980’lerde, Adana’nın siyasi, sosyal ve kültürel düşüşünün takipçisi olarak, Adana Demirspor da eski başarılarını bir daha yakalayamadı. 1990’lardan itibaren, kente hakim olan Aytaç Durak imparatorluğundan, olumlu-olumsuz, çokça etkilenen Adana Demirspor, 2007 ve 2008’te üst üste kaybettiği ekstra-playoff finalleriyle 1. Lig’in kapısından döndü ve bu travmatik finaller kulübün de taraftarın da benliğinde silinmiş değil.

Esasen yeşil sahadan çok tribündeki kitleselliği ile futbol kültürümüzde yer edinen Adana Demirspor, her daim çalkantılı bir camia olmuştu. Bu çalkantılar, kulübün kente önemli bir cazibe merkezi olması, buna bağlı olarak da kulübün içinde (veya dışında) yer almanın bir iktidar ve imaj sembolü haline gelmesi, Demirspor’un istikrarlı bir yönetim altında olmasını her daim zorlaştırmıştı. Kentteki rakibi Adanaspor da, Demirspor’un bu girdabından çıkanların/kurtulanların eseridir. Futbol alanında her zaman Demirspor’dan başarılı olan Adanaspor’un, özellikle “Vilayetspor”ların patlak verdiği ve lig statülerinin değiştiği 1960’larda yükselişe geçmesi, Demirspor’dan farklı olarak iyi yönetilmesinin bir sonucu olduğu söylenebilir. Adanaspor-Adana Demirspor gerginliği/rekabeti/muhabbetini, geçen yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan “Sıcağıyla, Acısıyla Adana Futbolu” kitabında farklı boyutlarıyla ele almıştık.

Adana Demirspor, gittikçe mekanikleşen, sayısallaşan, ihale bedellerinin, bol sıfırların uçuştuğu futbol alanımızda farklı bir “anlam”ı ifade ediyor. Kuruluş felsefesi, birlikte olmanın, ortak olanı kurmanın, “biz” olmanın yollarını arama güdüsüne dayanan bir kulübün bu geleneğini, halen tribünleri başarıyla yerine getiriyor. 1940’tan bu yana, önce yöresinde ardından tüm memleket futbolunda sistemli futbol anlayışının temellerini atan, örnek alınan ve peşinden gidilen Adana Demirspor’un, eski günlerine dönmesi için, köklerini ve geleneğini hatırlaması, oradan feyz alması gerekli. Bunun öncüsü olması açısından, örgütlü bir güce sahip tribünlerin kulübün gidişatında daha aktif rol oynaması beklenebilir."

9 Mayıs 2010 Pazar

"sahipsiz adana?"

Adana Futbolu kitabındaki yazılarımdan pasajlar #2:

[Sahipsiz Adana? s. 196]

Ne üst liglere çıkarak başarılı ne alt kümeler düşerek başarısız olan, tersine bulunduğu yere-belediye desteğine saplanıp kalan Adana Demirspor, çalkantılı iç ilişkileri, kişisel husumetler, kulübü etkisi altında tutan önemli isimler ve ateşli tribünleri ile şirketleşmenin kolaylıkla sağlanamadığı-gündeme gelse de çok çabuk vazgeçildiği bir camia haline geldi. Zaten Adana’da futbol yaşamının hızlandığı 1950’li yıllardan itibaren, Demirspor camiası bir cazibe merkeziydi; kentin her alanında söz sahibi olabilmek için önemli bir uğrak noktasıydı. Belki de bu nedenle, bu “giriş-çıkış”ların popülaritesi ve kentteki albenisiyle Adana Demirspor, birilerinin kolaylıkla sahip çıkamadığı ama reddemediği konuma yerleşti ve bu muğlaklıkla da yaşamaya devam ediyor. Şurası açık ki onu bu yarı-koma durumunda ayakta tutan tek güç, “para konuşur”un kanadındaki yer alan güç merkezlerine karşın, ona her koşulda, her kümede sahip çıkan tribünleri ve belki de gerçek sahipleriydi.

Neredeyse her 5 yıla bir düzenlenen eşya piyangoları ya da yardım geceleri gibi araçlarla kaynak toplama çalışan Demirspor, gerekli kaynağı bulamayınca, sahipsizlik türküleri yeniden liste başı oluyor ve Aytaç Durak’a bağlanış daha da artıyor. Öyle ki artık bu tip gecelerin Durak’ın meşruiyetini sağlamak için kullanıldığına dair bir inanç gelişmekte. En son 28 Mayıs 2009 gecesi, yerel kanaların ortaklaşmasıyla yayınlanan yardım gecesinde, telefonla toplanan bağışlar 58 bin TL’de kalınca, taraftarın kente ve kentin zenginlerine küskünlüğü arttı; Aytaç Durak’a, “bize sahip çıkması çağrısı” yinelendi.

Sonuçta, camialara “birilerinin sahip çıkması” gerekiyorsa, onlar illa ki gerçekten gönül verenler olmalı; bu belki evrensel bir sorun; dünyanın her yerinde benzer durumlar söz konusu. Ancak evrensel sorunlara, yerel çözümler üretmek mümkün; böylece yaşantımıza müdahale ederek gidişatı tersine çevirmenin, siyasetin temel bir unsuru olduğunu; takımlarımız üzerinden siyaset yapanların da ancak böyle durdurulabileceğini öğrenmiş oluruz. Süreci sadece paraya endekslemekle başarılı olunmayacağı, 1998-2001 arasında Adanaspor, 2006-2008 arasında da Demirspor tarafından ispatlandı. Eğer ortada kurumsal gelişim ve sağlam projeler yoksa, para da sahipler de gelip gidiyor, ancak olan tribündeki taraftara oluyor. Onun da, takımın gerçek sahibi olduğunun farkına vararak, örgütlü ve bilinçli bir şekilde sürece müdahale etmesi gerekiyor.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

"en güzel günlerini demek bensiz yaşadın"

Adana Futbolu kitabındaki yazılarımdan pasajlar #1:

[En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın-s.89]

17 Nisan 2005; Kırşehir Ahi Stadı. Yeni Kırşehirspor-Adana Demirspor, 2. Lig B Kategorisi C Grubu 29. Hafta karşılaşması. Adana Demirspor, liderin 20 puan gerisinde beşinci sırada; Kırşehirspor ise yedinci. Demirspor sahaya, “Bülent, Nasuh, Gökhan, Fatih, Dursun, Arman, İlhan, Kamil, Bayram, Fırat, Mustafa Diliçıkık” ilk onbiri ile çıktı. Takım, Nurettin Çolak ve Tekin İncebaldır yönetiminde.

Statta Demirspor’u temsilen bulunanlar dışında tek Demirsporlu benim, görebildiğim kadarıyla yönetim kurulundan bile kimse yok. Maç öncesi teknik heyete ve futbolculara başarı dileklerimi iletiyorum maç için, Ankara’dan geldiğimi söyledikten sonra. Kendilerinden başka Demirspor formalı birilerini görmenin şaşkınlığındalar bu kır şehirde. Basın tribünü olarak ayrılmış yerde yerimi alıyorum. Kısa aralıklarla, websitesi aracılığı ile maçı takip eden gurbetteki şimşeklere telefon ile bilgi veriyorum Kırşehirli gazetecilerin bakışları arasında; iddiasız iki takımın maçı –beklendiği gibi- tatsız tutsuz geçiyor. İkinci yarının sonlarına doğru, sonradan Genç Milli Takım’da da yer almış Mustafa Tuna Kaya’nın golüyle, Kırşehirspor, Adana Demirspor’u 1-0 yeniyor.

Maç sonu otobüslere binen futbolculara refakat ederken, görevli polis soruyor: “Bu bizim bildiğimiz Adana Demirspor mu?” “Evet” diyorum yavaşça. “Vay be, bir zamanlar efsaneydi bu takım” diyor sonra, montumun içinden taşan Demirspor formama bakarak; “Şimdi 3.lige düşmüş”. “Sahada efsane oynamıyor” diyorum ancak kendimin duyabileceği bir sesle. 17.45 otobüsüyle Ankara’ya geri dönüyorum.

Ertesi gün şu satırları okuyorum kütüphanede,

“Bu sene gruplar arası maçlarında fazla maç yapmaktan sürantrene bir duruma düştüğü için muvaffakiyetsizliğe uğrayan Adana Demirspor kulübümüzün, Mayıs ayında Suriye’ye yaptığı seyahati burada zikretmek isteriz. Suriye’de dört maçını kazanan ancak birinde berabere kalan bu güzide takımımız bütün Suriye gazeteleri sitayişkar yazılar yazmakta ve bugüne kadar bu memleketi ziyaret etmiş olan Türk takımlarının en mükemmeli olarak Adana Demirsporunu göstermektedirler. Ecnebi topraklarında evvel emirde Türk, saniyen de Demiryolcu oldukları için göstermiş oldukları başarılardan dolayı büyük kıvanç duymaktayız. 1944’ten bu tarafa daima muvaffak olan, Türkiye biriciliklerinde temayüz eden ve derece alan Adanalı kardeşlerimizle her an iftihar etmekteyiz.

Bütün mahrumiyetlere rağmen ayakta dimdik duran ve som amatör ruhlu gençleriyle memleket sporuna büyük hizmetler sağlayan bu güzide kulübümüzün her zaman muvaffak olacağına inanıyoruz” (Fahri Adanır, Sanat ve Spor-Eskişehir Demirspor yayını, Haziran 1950, sayı 14, sayfa 31-32).
(...)
Adanalı, Demirspor sayesinde çokça Avrupa takımı izleme fırsatı bulmuştu taa 50’li yıllarda-ki o zamanlar da Adana, Adana’ydı hani, allah var yukarıda! 1955-56 sezonunda Hajduk Split geldi örneğin Adana’ya… Meşhur kalecileri Beara uzun süredir gol yememesi ile nam salmıştı Avrupa’da. Met Ahmet Arıboğan’ın 25 metreden attığı golle öne geçtik ama 1-1 bitti. 1958 yılında Strum Graz Adana’ya geldi. Kaptanları Decker’in golüyle 1-0 mağlup olduk. 1959-60 sezonunda Dinamo Tiflis geldi 0-0 berabere kaldık. Sadece onlar gelmedi, Demirspor da gitti. 1954 ve 58’de Almanya’ya; 1953’te İran’a, 1957’de Yugoslavya’ya, Avusturya’ya… Davetliydi; her seferinde 3-4 maç yaparak geri döndü. Almanya’daki bir maçta tribünleri dolduran Türkler, stad hoparlöründen “Aman Adanalı” türküsünü çaldırmıştı mesela…

O coşkulu onbinler yine tribünlerde, hala tribünlerde; şarkılarını-marşlarını hala söylüyor küçük ilçe stadlarında, en uzak deplasmanlarda; hala asıyorlar pankartlarını, gelenekten gelen gücün ateşiyle patlıyor gırtlaklar, çekiliyor onca yollar… “En güzel günlerini demek bensiz yaşadın” diyorlar huysuz ve tatlı Demirspor’a her hüsranda, son dakikada yenen gollerle kaçan şampiyonlukta, Demirspor galibiyetiyle mutlu ettiğimiz her bir ilde, ilçede…

15 Kasım 2009 Pazar

Ballesterer

Avusturya'da yayın yapan Ballesterer dergisinden Reinhard Krennhuber'in sorularını yanıtlamıştım Livorno maçı ve Türk tribünlerine dair. Yazının tam metni şurada (Almanca).



Benim cevapların geçtiği kısmın çevirisi de şöyle:

"Adana’nın kızıl gecesi

Üç büyüklerden Adana’ya uzanıyoruz. Bu bir Avrupa kupası karşılaşması değil, bir UEFA karşılaşması da değil, ancak 4 Eylül’de Adana stadı seyirciyle dopdolu. İkinci lig takımı Adana Demirspor’un İtalyan ekip AS Livorno ile yapacağı hazırlık karşılaşması uluslararası alanda da büyük ilgi uyandırdı. Adana Demirspor taraftarı Yavuz Yıldırım, “Livorno Türkiye’de çok tanınan bir kulüp, forzalivorno.org şeklinde Türk taraftarlar tarafından kurulmuş bir web sitesi dahi var” diyor. Yıldırım, Livorno-Adanademirspor karşılaşmasına kadar uzanan süreci ise şu sözlerle anlatıyor: “Başkanımız, taraftarları sevindirmek için Livrono’yu davet etti. Bu bir tür hediye gibiydi. Başkanımız, bunun taraftarları benzer dünya görüşünü paylaşan iki işçi kulübü arasında bir maç olacağını söyledi” diyor.

Adana Demirspor Kulübü’nün Başkanı Bekir Çınar, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nde daha farklı bir siyasi görüş benimsiyor. Ancak Adana Demispor taraftarlarının ateşini hiç bir şey düşürecek gibi değil. Cristiano Lucarelli ve arkadaşları daha havaalanında yüzlerce taraftar tarafından karşılandı ve Akdeniz’in önemli kentlerinden Adana’da iki gün boyunca büyük heyecan yarattı. Batı Avrupa kriterlerine göre ‘sol’ olarak değerlendirilebilecek Adana Demirspor taraftarları, bunu kutlama için de fırsat olarak gördü. Maç sırasında ve hatta maçtan bir gece önce kente şenlik havası hakimdi. Taraftar Yavuz Yıldırım “bir çok kişi normalde söyleyemeyecekleri şeyleri söyleyebilecekleri hissine kapıldı” diyor. Yıldırım, sözlerini “her yanda Che bayraklarının dalgalandığı, sol ifadelerin ve sembollerin yer aldığı siyasi bir akşamdı” şeklinde sürdürüyor. Maç ortamının heyecanlı atmosferi, kanser hastası olan siyasi tutuklu Güler Zere’nin serbest bırakılmasını isteyen taraftarların protestosuna karşılık, stada polislerin gelmesi ile biraz sekteye uğradı. Yani, “Adana’nın kızıl gecesinde” dahi özgürlüğün bir takım sınırları vardı. Buna rağmen, maç adeta bir şenlik havasında geçti. Büyük medya organları, Demirspor taraftarlarını eski moda romantikler olarak lanse etmeye çalışsa da, bu maçı onlar da görmezden gelemedi. Eleştirel tutumuyla bilinen bazı gazeteciler, maçı mercek altına aldı; üstelik böylece eşine pek rastlanmayan “Türkiye’de bir futbol maçı sayesinde sol görüşlerin yaygınlaşması”na da vesile oldular.

Antagonistler ve markalılar
Yavuz Yıldırım, “Şimşekler grubu” adındaki Adandemirspor taraftar grubunun kendisini “sol” olarak tanımlamadığını belirtiyor. Yıldırım, onun yerine “biz antagonistiz, üyelerin çoğu sistem karşıtı” diyor. Yıldırım’a göre, Türkiye’deki durum, diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılamaz, zira Türkiye’deki taraftar grupları siyasi tutumlarını asla açıkça dile getirmezler. Yıldırım, “homojen bir yapı yok, stadyumda açıkça sol bir görüş savunamazsınız, en fazla sol içerikli bir imada bulunabilirsiniz. Şeffaf sözlerle ya da takım için yazılmış bir şarkının sözlerinin değiştirerek... İtalya’daki futbolda ırkçılığın azaltılması amacıyla düzenlenen “mondiali antirazzisti” ye katılan ilk Türk takımı Adana Demirspor’un taraftarları da böyle yapıyor. ‘Bella ciao’ sadece Livorno karşılaşmasında söylenmedi, pankartlarda ‘Hasta Siempre’ ya da ‘Şehrin asi çocukları’ da bulunuyordu. Bu isyankarlık ise takımımızın her sene tekrar eden başarısızlığı ile ilgili” diyor.

Yavuz Yıldırım için sol taraftar kültür, küçük ve büyük kulüpler arasındaki uçurumun daha da derinleşmesine yol açan “sanayileşmeye ve futbolun ticarileşmesine” karşı bir tavır almak anlamına da geliyor. Bu, Türkiye’de yavaş yavaş yandaş toplayan Avrupalı bir taraftar akımı. Adana Demirspor taraftarı Yavuz Yıldırım, “taraftar grupları taraftarların sayıca çokluğu nedeniyle büyük bir güce sahipleri ancak bunu verimli kullanamıyorlar, çünkü kulüp yöneticileri tarafından idare ediliyorlar” diyor. Yıldırım, buna örnek olarak ise Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’yı gösteriyor. Logosunda anarşizm sembolü bulunan Çarşı, geçmiş yıllarda Türkiye’de düşman ilan edilen Orhan Pamuk’a tribünlerde destek vermiş, ayrıca nükleer enerjiye karşı tutum sergileyerek “sol” bir nam kazanmıştı. Yıldırım, Çarşı’ya ilişkin olarak “Çarşı, Türkiye’deki taraftar kültürü için çok şey yaptı, bir çoğumuz Çarşı’dan çok şey öğrendik. Ancak zaman içerisinde onlar da markalı bir şirkete dönüştü, kendi köklerinden ve taraftar kulübünün içeriğinden uzaklaştılar. Kim daha yüksek sesle bağırırsa, o haklı çıkar. Türkiye’deki taraftar kültürü işte budur” diyor."

(Çeviri: Başak Özay)

27 Ekim 2009 Salı

Söyleşi-özet

Futbol Extra dergisinin Ekim sayısında çıkan söyleşinin geniş bir özeti:

Kitapta farklı kalemlerin yazıları var. Mustafa Uçar ile ikiniz de yazabilirdiniz belki; neden böyle bir yolu tercih ettiniz?

Serinin Eses ve A.Gücü hariç tüm kitapları derleme şeklinde; yani her kitapta farklı kişilerin yazıları var. Ama ağırlık daha çok derleyenlerin elinde. Çünkü her konuyu herkese yazdıramıyorsunuz ya da önce yazmaya başlayıp sonra çeşitli nedenlerle vazgeçiyorlar. O yüzden eksik kalan noktalarda bizim devreye girmemiz gerekti. Evet, bu tür kitabı tek bir kişinin kaleminden de okumak mümkündü. Ama Adana Futbolu’na dair çok fazla bilgi, belge ve anı var. Bunların hepsini derleyip toparlayıp, bir düzene sokup kaleme almak çok zor. Bu işe bizden önce girişenler oldu ama ya işin içinden çıkamadılar ya da başlayıp yoruldular. Derleme kitabın avantajı, farklı kişilerin görüşlerini bir araya getirebilmek oluyor. Bu açıdan böylesi daha iyi oldu. Bir de söylediğim gibi bu bir çerçeve kitap, temel noktalara değiniyor. Bu kitaptaki her bir mesele ayrı bir kitap konusu olabilir. Bundan sonraki planlarımız biraz daha derine ve somuta inerek, yeni işler üretmek.

Adanaspor ve Adana Demirspor aynı şehrin takımları olsalar da aralarında bir rekabet var; nispeten farklı futbol geleneklerinin ürünleri. İkisini bir arada değerlendirmenin iyi ve kötü tarafları neler oldu? Ayrı birer kitap olmaz mıydı acaba?

Demirspor, kurum takımları geleneğinin bir parçası olarak, bizim yörede sporun ve futbolun yerleşmesinde çok önemli katkıları olmuş bir camia. 1940 ve ’60 arasında her alanda başat güç; futbolun sistemli bir hal almasında, kurumsal bir yapıya kavuşmasında yönlendirici… Bir nevi Adana futbolunun altyapısı. Bu camia bir süre sonra büyüyor ve tek bir çatıya sığmayacak duruma ulaşıyor. Adanaspor, Demirspor camiasından ayrılan kişilerin öncülüğünde kuruluyor. Bunda Federasyon’un şehir takımları oluşturma projesinin de etkisi var. Adana’nın ilk takımlarından olan Torosspor, Seyhanspor gibi takımların geleneğiyle birleşerek Adana’da yeni bir ekol ortaya çıkıyor. Aslında çok farklı geleneklerden bahsedemeyiz köken olarak. Ama işleyişte farklılıklar ortaya çıkıyor. Adanaspor, daha sistemli bir yapı kuruyor; kurumsal yapısını daha güçlü hale getiriyor. Böylece Demirspor’a göre daha başarılı oluyor. Ancak her açıdan dertleri, tasaları ortak. İki ayrı kitap olsaydı da, bu takımların birbirine temas ettiği, ortaklaştığı çok alan olduğu için, yine birbirlerinden bahsetmeleri gerekecekti. Aslında biz yola çıkarken, sadece Demirspor kitabı oluşturmak istedik ama Tanıl Bora’nın isteği, bu kitabın serinin içinde farklı bir öğe olması yönündeydi. Bir futbol şehri olgusu ön plana çıkarıldı bu kitapta.

Adana futbol camiasının birlik içinde olmadığını söyleyebilir miyiz?

Aslında bir tür birlik var. Aytaç Durak birliği! Onsuz kentte hiç bir şey yapılamıyor. Bütün yüzler ona dönük ve talepler ona yönelik. Bu Adana’nın kent olarak büyük bir çıkmazı. Onu bir kenara koyarsak, kentin futbol camiasının bir dayanışma içinde olmadığı açık. Sorunların çözümü için bir dayanışma ruhu canlandırılamıyor. Başarısızlığın artmasıyla, küskünler ordusu da büyüyor ve bir araya gelmenin yolları kapanıyor.

Adana futbolunun son 25 yıldır hiç üst düzey futbolcu yetiştirememiş olmasını (hatta onun öncesinde de pek yok) neye bağlıyorsunuz? (Hasan Şaş’ı pek dahil etmiyorum.)

Futbolcu yetiştirme konusunda, Adana’nın lokomotifi Demirspor’du. Adanaspor ise, dönemin şöhretli isimlerini Adana’ya getirerek bir fark yaratmış yıllarca. Aslında halen farklı takımlarda Demirspor kökenli çok sayıda oyuncu var. Ama tabii ki altyapı eski üretkenliğinden çok uzak. Şöyle bir algı var yöneticilerde: “Genç oyuncular, bu yükü kaldıramaz, onları taraftarın önüne çıkarıp yem etmek istemiyoruz”. Şimdi bir haliyle doğru, yetiştirmek için farklı takımlara gönderip tekrar çağırabilirsiniz oyuncuyu. Ama bizde gönderiliyor ve geri çağrılmıyor çoğunlukla. Çünkü ya oyuncu ve ailesi küstürülüyor ya da başka faktörler devreye giriyor. Mesela “bu yıl şampiyonluğa oynayacağız ve büyük transferler yapıyoruz gibi”. Demirspor, üstten üçüncü ligde oynuyor. Eğer bu yıllarda genç oyuncuları yetiştirip kazanamazsak, ne zaman kazanacağız? İşin bir de şu yanı var: Birçok kişi, Adana’nın kendi oyuncuları ile takımlarını kurması gerektiğini düşünüyor. Ama Adanalı futbolcuların, kentin “dengelerini” iyi bildiği için yakın zamanda takımlara zarar verdiğini de biliyoruz. Bu iki ucu pis değnek hesabı. Tamam altyapı sorunlu, ama bir şekilde takımlara giren oyuncular da eski kuşağın azminden ve inancından uzak.

Oradaki birkaç yazıdan şunu anladım ben, belediyecililik yapılırken mahalle kültürü öldürülüyor ve sokaktan futbolcu çıkmıyor artık. Belediyenin futbola bakışında bir sorun mu var? Nedir ilişki? Kitapta denildiği gibi Aytaç Durak’ın Adana takımlarını ne öldürmesi ne de güldürmesi mi?

Bu biraz da kentin yaşadığı dönüşümle ilgili. Eskiden tarım ve ticaret merkezi olan bu kentin artık bu yönü kalmadı. Kendi niteliklerini kaybetti yani, her yer gibi birbirine benzemeye başladı. Artık o eski Adanalılık ruh hali de kalmadı; yani bu kent için bir şey yapma çabasında değil insanlar. Bir şekilde zengin olan, kentten ayrılıyor. Belediye ilişkisi de tamamen bağımlılığa dönüşmüş durumda. Takımlar kendi kaynaklarını yaratamıyor. Adanaspor şirket olduğu için onun dinamikleri biraz daha farklı. Ama Demirspor, artık belediyesiz yapamayan bir konuma indirildi. Şimdiki Başkan Bekir Çınar bunu kırmanın yollarını arıyor ama ne kadar başarılı olur bilemiyorum. Yasal olarak belediyenin profesyonel kulüpleri doğrudan desteklemesi mümkün değil. Ama ortada bir spor fonu var, belediye bütçesine ait ve bunun nasıl kullanıldığını bilmiyoruz. Aytaç Durak, gazetecilerin önünde sarı zarfların içinde bu kulüplere açıktan para veriyor. Bunu nasıl yapıyor, bilmiyoruz. Tabii sıcak parayı bulan camialar da sesini çıkarmıyor.

14 Ekim 2009 Çarşamba

demirgibiyiz

demirgibiyiz.blogspot.com'daki yazılarım, şu başlık altında:

http://demirgibiyiz.blogspot.com/search/label/Disconnectus%20Erectus